28 Nisan 2018 Cumartesi

Fatih Sultan Mehmed'in Şahsiyeti


     FATİH SULTAN MEHMED'İN        ŞAHSİYETİ  

    Büyük insanlar, Tanrı'nın çok cepheli, çeşitli istidatlarla mücehhez olarak yaratmış bulunduğu bahtiyarlardır. Böylece, Fatih Sultan Mehmed'in, devlet adamı, askerlik gibi taraflarından başka bir de insanlık ve kültür cephesi vardır. Elimizdeki kaynaklar Fatih’in şahsiyetini tam olarak aydınlatmaya yetmemekle beraber elde bulunan kaynaklardan belli bir dereceye kadar aydınlatabilmekteyiz. 
        Fatih Sultan Mehmed 30 Mart 1432 tarihinde Sultan II.Murad’ın üçüncü oğlu olarak Edirne’de doğmuştur. Annesi Halime Hümâ Hatun’un menşei hakkında ilim aleminde uzun tartışmalar yapılmış ve farklı görüşler ortaya atımıştır. Bu kadının Çandaroğlu İsfendiyar Bey'in bir torunu olduğu üzerinde ısrarla durulmuştur. Fakat Fatih’in terbiyesinde annesinin ne kadar etkili olduğu bilinmemektedir.
 Osmanlı Devleti’nde genel olarak şehzadeler on iki yaşına girene kadar Osmanlı sarayında yaşamlarını sürdürürler.Nitekim Fatih Sultan Mehmed de çocukluk yıllarını Edirne’de Osmanlı sarayında geçirmiştir. Genç şehzadenin terbiyesinde kimlerin etkili oldukları ve kimlerin nasıl bir rol oynadıkları hakkında fazla bilgimiz yoktur. Kuvvetli bir hükümdar şahsiyeti olan babası II. Sultan Murad'ın, husussiyle büyük oğulları Ahmet Çelebi (1420—1438) ile Alâeddin Çelebi (1425—1442)'nin ölümlerinden sonra yegâne varisi olarak gördüğü Mehmet Çelebi'nin, zamana göre en mükemmel şekilde yetişmesi için her türlü ihtimamı göstermiş olduğuna şüphe yoktur. Şehzade Mehmet Çelebi'ye okuyup yazmayı söktüren, hattâ bunun sağlanabilmesi için zora bile başvurduğu söylenen ilk hocasının Molla Güranî olduğu malûmdur. Kasap-zade Mahmut Bey'le İbrahim Bey'in de genç şehzadenin şahsiyetinin teşekkülünde kuvvetle müessir oldukları anlaşılıyor. Bu lalaların, dönemin nüfuzlu beylerinden olduğu ve Divan’a Nişancı olarak dahil olmaları dönemin birinci sınıf ilim adamlarından olduğunu bize göstermektedir. Sultan Mehmed'in savaşçı ve fütuhatçı şahsiyetinin teşekkülünde mühim bir rol oynayan ve sonradan kızı ile evlenen Zağanos, zamanın en kuvvetli askerlerindendi aynı zamanda Fatih’in yakın adamı idi. Bütün bunlara rağmen aralarındaki münasebet hakkında kesin bir hüküm yoktur.
        Fatih Sultan Mehmed tahta çıktığı zaman Osmanlı Devleti dış tehlikeleri atlatmış ve bir sessizlik dönemine girmiş görünmekteydi. I I. Murad'ın 1444 yazında devlet işlerini henüz 12 yaşında bulunan oğluna emanet etmesi keyfiyeti bize gösteriyor ki Sultan Mehmet, bu arada büyük bir gelişme göstermiştir. Öyle anlaşılıyor ki o, tecrübeli ve emektar vezirlerin yardımı ile de olsa, hükümdarlık yapabilecek asgari bir olgunluğa erişmiş bulunmaktadır. Gerçekten de genç padişah devleti şahsan idare edecektir ve her hangi bir şekilde bir vesayet bahis konusu değildir. Şimdi, Sultan Mehmed'in işbaşına geçmesi ile, Osmanlı siyasetinde bir istikamet değişmesi müşahede ediyoruz. Bu olay, II. Mehmed'in şahsiyetinin gelişmesi bakımından çok önemlidir. Kazasker Mevlâna Hüsrev, Zağanos, Şahabeddin Şahin, Saruca Paşalar gibi zamanın en büyük askerlerini genç padişah etrafına topluyor.
Bu insanlar, genç padişahı, babası zamanındaki tedafüi siyasetten ayrılarak fütuhatçı bir siyaset takip etmeğe teşvik etmektedirler. Fakat Vezir-i âzam Çandarlı Halil Paşa eski siyasete bağlıdır; veyahut eski temkinli siyasetin başlıca âmili kendisidir. Bu itibarla o, genç padişahın bir macera peşine sürüklenerek devletin başına bir felâket getirebileceğinden endişe duymakta ve yeni rejime şiddetle muhalefet etmektedir. İhtiyar devlet adamı, daha ziyade eski padişahı hakikî hükümdar olarak tanı­ makta ve Sultan Mehmed'i bir nevi vekil saymaktadır. Gerçekten de Sultan Mehmed henüz çocuk yaştadır ve Osmanlı Devleti düşmanlarının, bu durumdan istifade etmeğe kalkışmaları ihtimali vardır. Tecrübeli vezirin en büyük endişesi de işte budur. Buna mukabil Sultan Mehmed'in etrafındaki askerler, yeni padişahın otoritesini tesis etmek gayesiyle, onu büyük bir iş başarmağa, İstanbul'u feth etmeğe teşvik etmektedirler 1 1 . Demek oluyor ki Sultan Mehmet, daha o zaman İstanbul'un fethi fikri ile meşgul olmağa başlamıştır. Fakat böyle bir teşebbüse vakit kalmadan Çandarlı Halil Paşa'nın korktuğu vâki oluyor: Sultan Murad'ın tahttan çekilmesinden ve yeni padişahın çocukluğundan faydalanmak isteyen hıristiyanlar, Türkleri Avrupa topraklarından atmak amacı ile, henüz mürekkebi kurumamış olan Segedin Barış Antlaşmasını bozuyorlar. Böylece muazzam bir Haçlı ordusu Balkanlarda Osmanlı sınırlarını geçiyor. Durum son derece tehlikelidir. Bir defa daha Osmanlılar ölüm veya kalım mücadelesi yapmak, ciddî bir imtihan geçirmek mecburiyetinde kalıyorlar. İşte bu şartlar altındadır ki Sultan Murad. defalarca askerî kudretini ispat etmiş bir komutan sıfatiyle, belki biraz da devletin gerçek sahibi sıfatiyle, ordunun başına çağrılıyor ve bilindiği gibi Varna Meydan muharebesinde Haçlı ordusunu imha ediyor. Sultan Mehmet, bu seferde ordu kumandanlığının kendisine verilmeyişinden çok müteessir oluyor. Aslında o, babasını Edirne'de bırakıp adamları ile bizzat muharebeye gitmek istiyordu. Fakat Çandarlı Halil Paşa'nın müdafaa ettiği siyaset galip gelmiş, kendisi arka plâna atılmıştı. Bu, kendisine henüz tam itimadın beslenmeyişinin bir tezahüründen başka ne olabilirdi? Varna Meydan muharebesinden sonra Sultan Murad istirahatına devam ediyor. Sultan Mehmed'in etrafındaki adamları, Varna'dan sonra da padişahı mütemadiyen İstanbul'un fethine teşvik etmektedirler. Hattâ İstanbul'u muhasara teşebbüsüne geç­ mek üzere bulunduğu şayiasını bile çıkarıyorlar. Çandarlı Halil Paşa ise böyle bir teşebbüsün şiddetle aleyhindedir. O, İstanbul muhasara edildiği takdirde bütün hıristiyan âleminin Bizans imparatoruna yardıma koşacağından ve bunun neticesinde Osmanlı Devletinin başına bir felâket geleceğinden korkmaktadır. Burada padişahı azimle muhasaraya devama teşvik eden kişi Zağanos Paşa’dır. Her ne olursa olsun, şimdi, yani 1444 ten beri eski rejim ile yeni rejim taraftarları birbirleriyle mücadele etmektedirler ve Sultan Mehmet fiilen bu mücadelenin içindedir. Fakat mücadeleyi, Sultan Mehmet ile taraftarları kaybediyorlar. Gerçekten de Halil Paşa 1446 da bir Yeniçeri ayaklanması tertip ederek genç padişahı düşürüyor ve II. Sultan Murad'ı yeniden tahta geçiriyor. İhtiyar vezir bir kere daha siyasetini yürütmüş, eski rejim galip gelmiştir. Böylece Sultan Mehmet, geçici bir zaman için olsa da, iktidardan düşmenin acısını tatmıştır. Bu acının ne kadar ezici ve sarsıcı olduğunu kolayca tasavvur edebiliriz. Gerçekten de o, hiç istemeyerek tahttan ayrılmıştır. Bu esnada müşavirlerinin de tesiri ile onun padişahlıktan çekilmek istemediği, muhtelif kaynaklarla kayıt etmektedir.Bu olayla birlikte Sultan Mehmed'in asıl hükümdar şahsiyeti olarak gelişmesini tamamlamıştır. Bir defa mücadeleyi kaybetmesine rağmen dâvasının haklı olduğuna kanidir. Babası ve Halil Paşanın zıddına olarak gözüpek bir gaza ve fütuhat siyasetini temsil eden Sultan Mehmet, burada da harpçı hareketlerine devam etmiş, Venedik ile barış yapılmış olmasına rağmen 1449 a kadar Ege adalarını vurmuştur. 1448 tarihinde Kocacık seferine (Kuzey Arnavutluk'ta İskender Bey'e karşı) ve İkinci Kosova Muharebesine, 1450 de Akçahisar muharebesine babasının yanında olarak iştirak etmiştir. Bu esnada savaş taktiğini daha iyi öğrenmiş ve hayli tecrübeler elde etmiştir. Bir yandan da Sultan Mehmed'e taraftar olan devrin ünlü bilginlerinden Molla Hüsrev 1 2 ile temas ederek ve daha başka âlimlerle çalışarak bilgisini artırmış, çeşitli felsefe ve din problemleri ile meşgul olmuştur. 1451 Şubatında babasının vefatını haber alan Sultan Mehmet, hiç vakit kaybetmeden Edirne'ye koşuyor ve Osmanlı tahtına ikinci defa ve kesin olarak oturuyor. Sarayda yaptığı ilk icraat dikkate şayandır. Hatunları, gerekli saygıyı esirgememeksizin, saraydan uzaklaştırı­ yor. Av, çalgı vesaire gibi eğlence ile ilgili ne varsa hepsini dağıtıyor; fuzuli insanları saraydan çıkarıyor ve herşeyi devlet menfaatlarının hizmetine yararlı olacak şekilde düzene koyuyor. Saraydaki bu icraatiyle Sultan Mehmet, hükümdar kaldığı müddetçe neler yapmak istediğine işaret etmiş oluyordu. Aynı zamanda yabancı devletlerden cülusunu tebrik için gelen elçileri gayet iyi karşılıyor, hepsine babasının yolunda yürüyeceğini ve eski dostluklara riayet edeceğini temin ediyor. Şüphesiz ki Sultan Mehmed'in bir takım plânları vardı ve bunları tatbik edeceği şüphesizdi. Fakat niyetlerini büyük bir soğukkanlılıkla gizlemiş, babası zamanındaki vezirleri ve devlet erkânını, Çandarlı Halil Paşa da dahil olduğu halde, yerlerinde bırakmıştır. Bu şekilde davranışı, onun, bütün niyetlerini sırası gelinceye kadar kimseye sezdirmeyen gerçek bir hükümdar şahsiyeti olduğuna delâlet eden belki de ilk tipik misâl teşkil etmektedir. Fâtih Sultan Mehmed devrinde, Osmanlı Devleti’nin gelişmesine paralel olarak Türk dili ve edebiyatı da Anadolu’da büyük gelişme kaydetti. İstanbul’un fethi daha önce oluşmaya başlayan saray edebiyatını güçlendirdi. İstanbul’un devlet merkezi olmasıyla da sanatkârlar, şairler ve âlimler bu merkez çevresinde toplanmaya başladılar. Fâtih Sultan Mehmed tam bir ilim âşığıdır. Herhangi bir ülkede büyük bir bilgin bulunduğunu haber aldığı zaman derhal onu İstanbul’a getirtirdi.Fatih, fikir ve sanat adamlarıyla adeta hayatını paylaşır, çok defa onlarla yer, içer, eğlenirdi.Fatih, seferlerde de alimlerin bir kısmını yanında götürür,bazen heyet halinde, bazen de tek tek yanına alır ve gittiği yerlerde boş zamanlarını ilmi sohbetlerle geçirirdi. Hayatın hakikatine, dolayısıyla felsefe başta olmak üzere matematik ve diğer müspet bilimlere, insanın geçmişine ve geleceğine dolayısıyla tarihe, coğrafyaya, İslâmî ilimlere büyük ilgi duymaktadır. Bu ilgiden ve kendi kişiliğinin derinliğinden gelen merak ve öğrenme arzusundan dolayı; çeşitli bilim dallarında mütehassıs olmuş bir âlimi kendisine hoca tayin etmiştir. Bu hocalarla belli saatlerde gerçekten ciddi bir şekilde çalışmaktadır. Bu hocalar arasında Molla Gürânî, Molla Hücrev, Hoca-zâde, Molla Yegân, Tazarruât sahibi Sinan Paşa, devrin en büyük şairi Ahmed Paşa bulunmaktadır.Fâtih’in bu öğrenme ve müspet bilimlere olan merakı Osmanlı Devletindeki kültür faaliyetlerinin çehresini değiştirmiştir. Bu dönemde yazılan dinî, tasavvufî, ahlâkî, edebî, tarihî, tıbbî eserler ile siyasetnâmeler, menâkıbnâmeler, musikîye dair eserler Fâtih devrinde ilim ve kültür hayatının ulaştığı seviyeyi ortaya koymaktadır. Aynı zamanda güçlü bir şair olan Fâtih, döneminin bilginlerini ve sanatkârlarını himaye ettiği gibi, ırkına, dinine ve mezhebine bakmaksızın söylediği şiirlerle kudretini ispat etmiş şairleri de himayesine almış ve onlara ihsanlarda bulunmuştur. Bu uygulamadan dolayı Orta Asya, İran ve Arap coğrafyasından birçok şair İstanbul’a gelerek Fâtih’in teveccühünü kazanmış, onun himayesine girmiştir. Bunlardan bir kısmı Türk asıllı kişilerdir.
Her çeşit güzel sanat şubeleri Fatih’in kolu kanadı altında himaye ve gelişme imkanları bulmuştur.Fatih,alimlere,şairlere,ressamlara  sonsuz ümit ve imkan sahaları açarken devrinin hattatlarına da ikramını ve takdirlerini bahşetmekten uzak kalmamıştır.Fatih devrin en seçkin sanat ve kıymetini kabul ettirmiş hattatları başlıca:Edirneli Yahya Sofi,Abdullah Amasi,Cemal Amasi,Tac Bey’dir. Osmanlılar hat sanatında öyle tasarruflu, öyle emin ve cesur adımlar atmışlardır ki,meydana getirdikleri bu Tük-İslam sanatı sırasıyla yazı olmaktan çıkarak stilize edilmiş ritmik bir desen haline getirilmiş ve hattat, yazdığı levhaya kelimeleri değil kendi benliğini koymuştur.Fatih, garp tekniğinin damgasını taşıyan ve resmi, memlekete ithal eden ilk hükümdardır.Fatin’in asıl istikbale şöhretini ve adını veren resimleri İtalyan olan Gentile Bellini tarafından yapılmıştır. Bellini, Fatih’in sarayında on beş ay kalmış ve bu süre zarfınca Fatih’in güzel sanatlara olan merakının bir iptila derecesine vardığını, sarayın her tarafını resimler, nakışlar ve kabartmalarla tezyin etmek istediğini bildirmektedir.
İşte fikir hayatı bu kadar geniş tutan İstanbul şehrinde ilme esaslı bir mekan olduğunu düşünen padişah,fethin onuncu yılında Fatih Manzumesi’ni inşaata başlattı. İnşa ettirdiği büyük caminin geniş avlusunun önünde sekiz medrese yaptırmıştı. Talebelerini ücretsiz okutan bu medreseler Türkiye’nin entelektüel hayatının kalbi niteliğinde idi. İlmin başına kurulmaya başlayan bu en güzel çatı tam teşkilatlı Fatih Külliyesi’dir.Padişahın ilme ve ilmi kucaklayacak binalar inşasına olduğu kadar, kütüphane tesisine de büyük hizmeti dokunmuş, Hammer de‘’Cami içinde bir oda ayrılarak kütüphane ittihaz edilmiştir. Osmanlıların İstanbul’da kurdukları ilk kütüphane budur’’ demiştir.
Dış görünüş itibariyle Sultan Mehmet, orta boylu, vücudu oldukça nahif yapılı, fakat her iklimde sefer hayatının meşakkatlerine tahammül edebilecek derecede sağlam ve mukavemetli idi. Yüzünün ifadesi insana hem saygı ve hem de, belki daha fazla derecede, korku telkin ederdi. Çenesi öne doğru fazlaca çıkık, açık alınlı, geniş ve yüksekçe omuzlu idi. Rengi kumral, sakalı kırmızımtrak ve kıvırcık, boynu kısa ve kalındı. Hafifçe kavisli kaşları, muhteşem bir şahin-burnu vardı, İri, derin manalı, biraz da hülyalı gözleri, yüce fikirlere ve engin bir ruha sahip olduğunu ifşa ediyordu. Çok zeki, cömert, sakin, soğuk-kanlı, sonuna kadar sabr etmesini ve tam zamanı gelince harekete geçmesini bilen bir insandı. Son derece azimli, bükülmez iradeli, gözü-pek, hiçbir güçlük karşısında yılmaz, amacına ulaşmak için sırasında en aşırı derecede şiddet göstermekten kaçınmazdı. Kendisinden önce yaşamış olan Büyük İskender Caesar, Büyük Konstantin, Justini anus gibi en ünlü cihangirleri fütuhat ve şöhrette geçmek ihtirasını besliyordu. Askerlik ve yönetim işlerinde olağanüstü bir kabiliyet, derin bir anlayış sahibi bulunuyordu.
        İnsanoğlu,hayat ve bekasını gördüğü tarafa dağdan düşen sular gibi kolaylıkla akar ve süratle yayılır.Dünyanın da ölüm kalım kaygısına düşmüş olduğu hasta ve yaralı devirlerinde Fatig gibi küllün menfaati namına yaşayan, onun hesabına çalışan, şahsi menfaat, şahsi endişe tanımayan, kendisiyle,cemiyetle, tabiatla tam bir armoniye varmış olan idealistte elbette ki, selametini hayat ve devam sırrını görerek ona doğru sürüklenir. Fatih’de tabiatın nisyan kanununa rağmen, yeryüzünün unutmayacağı müstesnalardan biridir.



Kaynak: İbrahim AKYOL-Fatih Sultan Mehmed Dönemindeki Edbi Çevreler
Bekir Sıdkı BAYKAL- Fatih Sultan Mehmed'in Mutihi ve Şahsiyeti Üzerine Bir Deneme 
Semiha Ayverdi-Edebi ve Manevi Dünyası İçinde Fatih
Video : ViBio-Fatih Sultan Mehmed Han Aslında Kimdi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder