FATİH SULTAN MEHMED'İN ŞAHSİYETİ
Büyük insanlar, Tanrı'nın çok cepheli, çeşitli istidatlarla mücehhez olarak yaratmış bulunduğu bahtiyarlardır. Böylece, Fatih Sultan Mehmed'in, devlet adamı, askerlik gibi taraflarından başka bir de insanlık ve kültür cephesi vardır. Elimizdeki kaynaklar Fatih’in şahsiyetini tam olarak aydınlatmaya yetmemekle beraber elde bulunan kaynaklardan belli bir dereceye kadar aydınlatabilmekteyiz.
Fatih Sultan Mehmed 30 Mart 1432 tarihinde
Sultan II.Murad’ın üçüncü oğlu olarak Edirne’de doğmuştur. Annesi Halime Hümâ
Hatun’un menşei hakkında ilim aleminde uzun tartışmalar yapılmış ve farklı
görüşler ortaya atımıştır. Bu kadının Çandaroğlu İsfendiyar Bey'in bir torunu
olduğu üzerinde ısrarla durulmuştur. Fakat Fatih’in terbiyesinde annesinin ne
kadar etkili olduğu bilinmemektedir.
Osmanlı Devleti’nde
genel olarak şehzadeler on iki yaşına girene kadar Osmanlı sarayında
yaşamlarını sürdürürler.Nitekim Fatih Sultan Mehmed de çocukluk yıllarını
Edirne’de Osmanlı sarayında geçirmiştir. Genç şehzadenin terbiyesinde kimlerin
etkili oldukları ve kimlerin nasıl bir rol oynadıkları hakkında fazla bilgimiz
yoktur. Kuvvetli bir hükümdar şahsiyeti olan babası II. Sultan Murad'ın,
husussiyle büyük oğulları Ahmet Çelebi (1420—1438) ile Alâeddin Çelebi
(1425—1442)'nin ölümlerinden sonra yegâne varisi olarak gördüğü Mehmet
Çelebi'nin, zamana göre en mükemmel şekilde yetişmesi için her türlü ihtimamı
göstermiş olduğuna şüphe yoktur. Şehzade Mehmet Çelebi'ye okuyup yazmayı
söktüren, hattâ bunun sağlanabilmesi için zora bile başvurduğu söylenen ilk
hocasının Molla Güranî olduğu malûmdur. Kasap-zade Mahmut Bey'le İbrahim Bey'in
de genç şehzadenin şahsiyetinin teşekkülünde kuvvetle müessir oldukları
anlaşılıyor. Bu lalaların, dönemin nüfuzlu beylerinden olduğu ve Divan’a
Nişancı olarak dahil olmaları dönemin birinci sınıf ilim adamlarından olduğunu
bize göstermektedir. Sultan Mehmed'in savaşçı ve fütuhatçı şahsiyetinin
teşekkülünde mühim bir rol oynayan ve sonradan kızı ile evlenen Zağanos,
zamanın en kuvvetli askerlerindendi aynı zamanda Fatih’in yakın adamı idi.
Bütün bunlara rağmen aralarındaki münasebet hakkında kesin bir hüküm yoktur.
Fatih Sultan
Mehmed tahta çıktığı zaman Osmanlı Devleti dış tehlikeleri atlatmış ve bir
sessizlik dönemine girmiş görünmekteydi. I I. Murad'ın 1444 yazında devlet
işlerini henüz 12 yaşında bulunan oğluna emanet etmesi keyfiyeti bize
gösteriyor ki Sultan Mehmet, bu arada büyük bir gelişme göstermiştir. Öyle
anlaşılıyor ki o, tecrübeli ve emektar vezirlerin yardımı ile de olsa,
hükümdarlık yapabilecek asgari bir olgunluğa erişmiş bulunmaktadır. Gerçekten
de genç padişah devleti şahsan idare edecektir ve her hangi bir şekilde bir
vesayet bahis konusu değildir. Şimdi, Sultan Mehmed'in işbaşına geçmesi ile,
Osmanlı siyasetinde bir istikamet değişmesi müşahede ediyoruz. Bu olay, II.
Mehmed'in şahsiyetinin gelişmesi bakımından çok önemlidir. Kazasker Mevlâna
Hüsrev, Zağanos, Şahabeddin Şahin, Saruca Paşalar gibi zamanın en büyük
askerlerini genç padişah etrafına topluyor.
Bu insanlar, genç padişahı, babası zamanındaki tedafüi
siyasetten ayrılarak fütuhatçı bir siyaset takip etmeğe teşvik etmektedirler.
Fakat Vezir-i âzam Çandarlı Halil Paşa eski siyasete bağlıdır; veyahut eski
temkinli siyasetin başlıca âmili kendisidir. Bu itibarla o, genç padişahın bir
macera peşine sürüklenerek devletin başına bir felâket getirebileceğinden
endişe duymakta ve yeni rejime şiddetle muhalefet etmektedir. İhtiyar devlet
adamı, daha ziyade eski padişahı hakikî hükümdar olarak tanı makta ve Sultan
Mehmed'i bir nevi vekil saymaktadır. Gerçekten de Sultan Mehmed henüz çocuk
yaştadır ve Osmanlı Devleti düşmanlarının, bu durumdan istifade etmeğe
kalkışmaları ihtimali vardır. Tecrübeli vezirin en büyük endişesi de işte
budur. Buna mukabil Sultan Mehmed'in etrafındaki askerler, yeni padişahın
otoritesini tesis etmek gayesiyle, onu büyük bir iş başarmağa, İstanbul'u feth
etmeğe teşvik etmektedirler 1 1 . Demek oluyor ki Sultan Mehmet, daha o zaman
İstanbul'un fethi fikri ile meşgul olmağa başlamıştır. Fakat böyle bir
teşebbüse vakit kalmadan Çandarlı Halil Paşa'nın korktuğu vâki oluyor: Sultan
Murad'ın tahttan çekilmesinden ve yeni padişahın çocukluğundan faydalanmak
isteyen hıristiyanlar, Türkleri Avrupa topraklarından atmak amacı ile, henüz
mürekkebi kurumamış olan Segedin Barış Antlaşmasını bozuyorlar. Böylece muazzam
bir Haçlı ordusu Balkanlarda Osmanlı sınırlarını geçiyor. Durum son derece
tehlikelidir. Bir defa daha Osmanlılar ölüm veya kalım mücadelesi yapmak, ciddî
bir imtihan geçirmek mecburiyetinde kalıyorlar. İşte bu şartlar altındadır ki
Sultan Murad. defalarca askerî kudretini ispat etmiş bir komutan sıfatiyle,
belki biraz da devletin gerçek sahibi sıfatiyle, ordunun başına çağrılıyor ve
bilindiği gibi Varna Meydan muharebesinde Haçlı ordusunu imha ediyor. Sultan
Mehmet, bu seferde ordu kumandanlığının kendisine verilmeyişinden çok müteessir
oluyor. Aslında o, babasını Edirne'de bırakıp adamları ile bizzat muharebeye
gitmek istiyordu. Fakat Çandarlı Halil Paşa'nın müdafaa ettiği siyaset galip
gelmiş, kendisi arka plâna atılmıştı. Bu, kendisine henüz tam itimadın
beslenmeyişinin bir tezahüründen başka ne olabilirdi? Varna Meydan
muharebesinden sonra Sultan Murad istirahatına devam ediyor. Sultan Mehmed'in
etrafındaki adamları, Varna'dan sonra da padişahı mütemadiyen İstanbul'un
fethine teşvik etmektedirler. Hattâ İstanbul'u muhasara teşebbüsüne geç mek
üzere bulunduğu şayiasını bile çıkarıyorlar. Çandarlı Halil Paşa ise böyle bir
teşebbüsün şiddetle aleyhindedir. O, İstanbul muhasara edildiği takdirde bütün
hıristiyan âleminin Bizans imparatoruna yardıma koşacağından ve bunun
neticesinde Osmanlı Devletinin başına bir felâket geleceğinden korkmaktadır. Burada
padişahı azimle muhasaraya devama teşvik eden kişi Zağanos Paşa’dır. Her ne
olursa olsun, şimdi, yani 1444 ten beri eski rejim ile yeni rejim taraftarları
birbirleriyle mücadele etmektedirler ve Sultan Mehmet fiilen bu mücadelenin
içindedir. Fakat mücadeleyi, Sultan Mehmet ile taraftarları kaybediyorlar.
Gerçekten de Halil Paşa 1446 da bir Yeniçeri ayaklanması tertip ederek genç
padişahı düşürüyor ve II. Sultan Murad'ı yeniden tahta geçiriyor. İhtiyar vezir
bir kere daha siyasetini yürütmüş, eski rejim galip gelmiştir. Böylece Sultan
Mehmet, geçici bir zaman için olsa da, iktidardan düşmenin acısını tatmıştır.
Bu acının ne kadar ezici ve sarsıcı olduğunu kolayca tasavvur edebiliriz.
Gerçekten de o, hiç istemeyerek tahttan ayrılmıştır. Bu esnada müşavirlerinin
de tesiri ile onun padişahlıktan çekilmek istemediği, muhtelif kaynaklarla
kayıt etmektedir.Bu olayla birlikte Sultan Mehmed'in asıl hükümdar şahsiyeti
olarak gelişmesini tamamlamıştır. Bir defa mücadeleyi kaybetmesine rağmen
dâvasının haklı olduğuna kanidir. Babası ve Halil Paşanın zıddına olarak
gözüpek bir gaza ve fütuhat siyasetini temsil eden Sultan Mehmet, burada da
harpçı hareketlerine devam etmiş, Venedik ile barış yapılmış olmasına rağmen
1449 a kadar Ege adalarını vurmuştur. 1448 tarihinde Kocacık seferine (Kuzey
Arnavutluk'ta İskender Bey'e karşı) ve İkinci Kosova Muharebesine, 1450 de
Akçahisar muharebesine babasının yanında olarak iştirak etmiştir. Bu esnada
savaş taktiğini daha iyi öğrenmiş ve hayli tecrübeler elde etmiştir. Bir yandan
da Sultan Mehmed'e taraftar olan devrin ünlü bilginlerinden Molla Hüsrev 1 2
ile temas ederek ve daha başka âlimlerle çalışarak bilgisini artırmış, çeşitli
felsefe ve din problemleri ile meşgul olmuştur. 1451 Şubatında babasının
vefatını haber alan Sultan Mehmet, hiç vakit kaybetmeden Edirne'ye koşuyor ve
Osmanlı tahtına ikinci defa ve kesin olarak oturuyor. Sarayda yaptığı ilk
icraat dikkate şayandır. Hatunları, gerekli saygıyı esirgememeksizin, saraydan
uzaklaştırı yor. Av, çalgı vesaire gibi eğlence ile ilgili ne varsa hepsini
dağıtıyor; fuzuli insanları saraydan çıkarıyor ve herşeyi devlet menfaatlarının
hizmetine yararlı olacak şekilde düzene koyuyor. Saraydaki bu icraatiyle Sultan
Mehmet, hükümdar kaldığı müddetçe neler yapmak istediğine işaret etmiş oluyordu.
Aynı zamanda yabancı devletlerden cülusunu tebrik için gelen elçileri gayet iyi
karşılıyor, hepsine babasının yolunda yürüyeceğini ve eski dostluklara riayet
edeceğini temin ediyor. Şüphesiz ki Sultan Mehmed'in bir takım plânları vardı
ve bunları tatbik edeceği şüphesizdi. Fakat niyetlerini büyük bir
soğukkanlılıkla gizlemiş, babası zamanındaki vezirleri ve devlet erkânını,
Çandarlı Halil Paşa da dahil olduğu halde, yerlerinde bırakmıştır. Bu şekilde
davranışı, onun, bütün niyetlerini sırası gelinceye kadar kimseye sezdirmeyen
gerçek bir hükümdar şahsiyeti olduğuna delâlet eden belki de ilk tipik misâl
teşkil etmektedir. Fâtih Sultan Mehmed devrinde, Osmanlı Devleti’nin
gelişmesine paralel olarak Türk dili ve edebiyatı da Anadolu’da büyük gelişme
kaydetti. İstanbul’un fethi daha önce oluşmaya başlayan saray edebiyatını
güçlendirdi. İstanbul’un devlet merkezi olmasıyla da sanatkârlar, şairler ve
âlimler bu merkez çevresinde toplanmaya başladılar. Fâtih Sultan Mehmed tam bir
ilim âşığıdır. Herhangi bir ülkede büyük bir bilgin bulunduğunu haber aldığı
zaman derhal onu İstanbul’a getirtirdi.Fatih, fikir ve sanat adamlarıyla adeta
hayatını paylaşır, çok defa onlarla yer, içer, eğlenirdi.Fatih, seferlerde de
alimlerin bir kısmını yanında götürür,bazen heyet halinde, bazen de tek tek
yanına alır ve gittiği yerlerde boş zamanlarını ilmi sohbetlerle geçirirdi. Hayatın
hakikatine, dolayısıyla felsefe başta olmak üzere matematik ve diğer müspet
bilimlere, insanın geçmişine ve geleceğine dolayısıyla tarihe, coğrafyaya,
İslâmî ilimlere büyük ilgi duymaktadır. Bu ilgiden ve kendi kişiliğinin
derinliğinden gelen merak ve öğrenme arzusundan dolayı; çeşitli bilim
dallarında mütehassıs olmuş bir âlimi kendisine hoca tayin etmiştir. Bu
hocalarla belli saatlerde gerçekten ciddi bir şekilde çalışmaktadır. Bu hocalar
arasında Molla Gürânî, Molla Hücrev, Hoca-zâde, Molla Yegân, Tazarruât sahibi
Sinan Paşa, devrin en büyük şairi Ahmed Paşa bulunmaktadır.Fâtih’in bu öğrenme
ve müspet bilimlere olan merakı Osmanlı Devletindeki kültür faaliyetlerinin
çehresini değiştirmiştir. Bu dönemde yazılan dinî, tasavvufî, ahlâkî, edebî,
tarihî, tıbbî eserler ile siyasetnâmeler, menâkıbnâmeler, musikîye dair eserler
Fâtih devrinde ilim ve kültür hayatının ulaştığı seviyeyi ortaya koymaktadır. Aynı
zamanda güçlü bir şair olan Fâtih, döneminin bilginlerini ve sanatkârlarını
himaye ettiği gibi, ırkına, dinine ve mezhebine bakmaksızın söylediği şiirlerle
kudretini ispat etmiş şairleri de himayesine almış ve onlara ihsanlarda
bulunmuştur. Bu uygulamadan dolayı Orta Asya, İran ve Arap coğrafyasından
birçok şair İstanbul’a gelerek Fâtih’in teveccühünü kazanmış, onun himayesine
girmiştir. Bunlardan bir kısmı Türk asıllı kişilerdir.
Her çeşit güzel sanat şubeleri Fatih’in kolu kanadı altında
himaye ve gelişme imkanları bulmuştur.Fatih,alimlere,şairlere,ressamlara sonsuz ümit ve imkan sahaları açarken
devrinin hattatlarına da ikramını ve takdirlerini bahşetmekten uzak
kalmamıştır.Fatih devrin en seçkin sanat ve kıymetini kabul ettirmiş hattatları
başlıca:Edirneli Yahya Sofi,Abdullah Amasi,Cemal Amasi,Tac Bey’dir. Osmanlılar
hat sanatında öyle tasarruflu, öyle emin ve cesur adımlar atmışlardır ki,meydana
getirdikleri bu Tük-İslam sanatı sırasıyla yazı olmaktan çıkarak stilize
edilmiş ritmik bir desen haline getirilmiş ve hattat, yazdığı levhaya
kelimeleri değil kendi benliğini koymuştur.Fatih, garp tekniğinin damgasını
taşıyan ve resmi, memlekete ithal eden ilk hükümdardır.Fatin’in asıl istikbale
şöhretini ve adını veren resimleri İtalyan olan Gentile Bellini tarafından
yapılmıştır. Bellini, Fatih’in sarayında on beş ay kalmış ve bu süre zarfınca
Fatih’in güzel sanatlara olan merakının bir iptila derecesine vardığını,
sarayın her tarafını resimler, nakışlar ve kabartmalarla tezyin etmek
istediğini bildirmektedir.
İşte fikir hayatı bu kadar geniş tutan İstanbul şehrinde
ilme esaslı bir mekan olduğunu düşünen padişah,fethin onuncu yılında Fatih
Manzumesi’ni inşaata başlattı. İnşa ettirdiği büyük caminin geniş avlusunun
önünde sekiz medrese yaptırmıştı. Talebelerini ücretsiz okutan bu medreseler
Türkiye’nin entelektüel hayatının kalbi niteliğinde idi. İlmin başına kurulmaya
başlayan bu en güzel çatı tam teşkilatlı Fatih Külliyesi’dir.Padişahın ilme ve
ilmi kucaklayacak binalar inşasına olduğu kadar, kütüphane tesisine de büyük
hizmeti dokunmuş, Hammer de‘’Cami içinde bir oda ayrılarak kütüphane ittihaz
edilmiştir. Osmanlıların İstanbul’da kurdukları ilk kütüphane budur’’ demiştir.
Dış görünüş itibariyle Sultan Mehmet, orta boylu, vücudu
oldukça nahif yapılı, fakat her iklimde sefer hayatının meşakkatlerine tahammül
edebilecek derecede sağlam ve mukavemetli idi. Yüzünün ifadesi insana hem saygı
ve hem de, belki daha fazla derecede, korku telkin ederdi. Çenesi öne doğru
fazlaca çıkık, açık alınlı, geniş ve yüksekçe omuzlu idi. Rengi kumral, sakalı
kırmızımtrak ve kıvırcık, boynu kısa ve kalındı. Hafifçe kavisli kaşları,
muhteşem bir şahin-burnu vardı, İri, derin manalı, biraz da hülyalı gözleri,
yüce fikirlere ve engin bir ruha sahip olduğunu ifşa ediyordu. Çok zeki, cömert,
sakin, soğuk-kanlı, sonuna kadar sabr etmesini ve tam zamanı gelince harekete
geçmesini bilen bir insandı. Son derece azimli, bükülmez iradeli, gözü-pek,
hiçbir güçlük karşısında yılmaz, amacına ulaşmak için sırasında en aşırı
derecede şiddet göstermekten kaçınmazdı. Kendisinden önce yaşamış olan Büyük
İskender Caesar, Büyük Konstantin, Justini anus gibi en ünlü cihangirleri
fütuhat ve şöhrette geçmek ihtirasını besliyordu. Askerlik ve yönetim işlerinde
olağanüstü bir kabiliyet, derin bir anlayış sahibi bulunuyordu.
İnsanoğlu,hayat ve bekasını gördüğü tarafa dağdan düşen sular gibi
kolaylıkla akar ve süratle yayılır.Dünyanın da ölüm kalım kaygısına düşmüş
olduğu hasta ve yaralı devirlerinde Fatig gibi küllün menfaati namına yaşayan,
onun hesabına çalışan, şahsi menfaat, şahsi endişe tanımayan,
kendisiyle,cemiyetle, tabiatla tam bir armoniye varmış olan idealistte elbette
ki, selametini hayat ve devam sırrını görerek ona doğru sürüklenir. Fatih’de
tabiatın nisyan kanununa rağmen, yeryüzünün unutmayacağı müstesnalardan
biridir.
Kaynak: İbrahim AKYOL-Fatih Sultan Mehmed Dönemindeki Edbi Çevreler
Bekir Sıdkı BAYKAL- Fatih Sultan Mehmed'in Mutihi ve Şahsiyeti Üzerine Bir Deneme
Semiha Ayverdi-Edebi ve Manevi Dünyası İçinde Fatih
Video : ViBio-Fatih Sultan Mehmed Han Aslında Kimdi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder