1. Devlet kurucusu ATATÜRK’ün cumhuriyeti devletin siyasi rejimi
olarak seçmesinin bir nedeni, çok uzun süren bir dönemden beri
cumhuriyetin özlemini duyduğu siyasi rejim olmasındandır. ATATÜRK’ün
daha gençlik çağında, Türkiye’yi modernleştirme fikirlerine cevap veren tek
siyasi rejim cumhuriyettir.
1908 İnkılabı ile tatmin olmayan genç kolağası Mustafa Kemal
“inkılabı bizzat kendisinin tamamlayacağını” ifade etmiştir.
2. Cumhuriyet ATATÜRK’ün karakterine uygundur. ATATÜRK’ün
belirttiği gibi,
“Hürriyet ve istiklal karakterimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın
bu kıymetli mirasından olan istiklal ile yaratılmış bir insanım. Benim
yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple
millî istiklal bence bir hayat meselesidir.
ATATÜRK’e göre, “Türk milletinin tabiat ve âdetlerine en uygun idare,
cumhuriyet idaresidir.”
Keza ATATÜRK’e göre,
“Asri bir cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca yaşamasını
bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir.”
3. ATATÜRK’ü cumhuriyete yönelten bir değer sebep de cumhuriyetin
en ileri devlet ve hükûmet şekli olmasındandır.
ATATÜRK’e göre, “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile
devlet şekli demektir.”
Cumhuriyet millet egemenliğini belirleyen ve millet egemenliği ile
bağdaşabilen tek rejimdir.
ATATÜRK, egemenliğin millete ait olduğu görüşünü işlemekle ve bu
görüşü yeni Türk Devleti’nin temel taşı yapmakla, millî devletin, devlet ve
hükûmet şeklinin ve cumhuriyet olacağını ortaya koyuyordu.
Egemenliğin kayıtsız ve şartsız doğrudan doğruya Türk milletine ait
olduğu zihniyetini devlet hayatımıza kazandıran ATATÜRK olmuştur. Türk
fikir ve siyasi hayatında ilk defa devlet şekli olarak cumhuriyeti cesaretle
telaffuz eden, dile getiren, savunan ATATÜRK olmuştur
4. Cumhuriyet, Türk devrimini de ifade eder. En ileri ve en gelişmiş
devlet şeklidir.
ATATÜRK Cumhuriyet’in Onuncu Yılı’nı kutlarken,
“Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli
Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.”Türkiye’de cumhuriyet, tarihî, sosyal, kültürel nedenlerle kurulmuştur.
ATATÜRK’ün açıkladığı gibi, “Cumhuriyet yeni ve sağlam esaslarıyla,
Türk milletini emin ve sağlam bir istikbal yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde
ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibarıyla, büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi
olmuştur.”
5. Türkiye’de cumhuriyet fazilet ve adaletle eş anlamda kullanılmıştır.
ATATÜRK’e göre,
“Cumhuriyet, fazileti ahlakiyeye müstenit bir idaredir. Cumhuriyet
fazilettir. Cumhuriyet idaresi, faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir.
6. XX. yüzyılın en büyük ve en güçlü insanı ATATÜRK, Türk milletinin
kaderini Cumhuriyet’le çizerken, ileri ve medeni bir toplum olmanın gereğini
de ortaya koymuştur.
ATATÜRK’ün Cumhuriyet’i barışçı, insancıl nitelikleri ile insan
kişiliğine değer veren yönü ile geleceğin örnek siyasi rejimi olmuştur.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK;
KAYNAK:Atatürk ve Cumhuriyet - Prof. Dr. Hamza Eroğlu
1876 başlarında, Devletin karşı karşıya bulunduğu dış ve iç meseleler, malî
sıkıntılar çok büyük boyutlara ulaşmıştı. Ayrıca, "Genç Osmanlılar" denen
aydınların bir süredir giriştikleri fikrî ve siyasî mücadelenin etkileri de yayılmaya
başlamıştı.
10 Mayıs 1876'da, İstanbul'da medrese öğrencileri, iç ve dış olumsuz
gelişmelerden Devlet adamlarını sorumlu tutup derslerini bıraktılar ve Bâb-ı Âliye
saldırdılar. Padişah Abdülaziz, Sadrazam Mahmut Nedim Paşayı vb. görevden
almak zorunda kaldı. Fakat, yeni hükümeti kuranlar, Padişahı da devirmek
istiyorlardı: 30 Mayıs 1876'da bunu başardılar ve V.Murat'ı tahta çıkardılar. Ancak o
da, aklî dengesi yerinde olmadığı anlaşıldığından, indirilip II.Abdülhamit Padişah
yapıldı (31 Ağustos 1876). Abdülhamit, Islahhanelerin, Sanayi mekteplerinin
kurucusu ve başarılı bir Vali olan Mithat Paşayı Sadrazam atadı (Aralık 1876) ve
hükümdarın mutlak idaresini sınırlayan, Parlâmentolu Meşrutiyet yönetimini getiren
bir Anayasayı (Kanun-i Esasi) kabul ve ilân etti (23 Aralık 1876). Böylece,
I.Meşrutiyet dönemi başladı. Bu siyasî gelişmeler, Tanzimatın doğal bir sonucu
olarak, devlet şeklinin de Avrupalı hale sokulması hareketidir, fakat kısmen de,
Avrupa devletlerinin baskıları ve istekleri doğrultusunda düşünülmüştür.
Ne var ki, Abdülhamit, çok kısa bir süre sonra, Mithat Paşayı azledip
İstanbul'dan uzaklaştırdı (Şubat 1877).
İlk Osmanlı Parlâmentosu 19 Mart 1877'de toplandı.
Ancak, Rusya, Nisan 1877'de Osmanlı Devletine savaş açtı (buna "93 Harbi"
de denir) ve bir yıl boyunca Osmanlılar, Rusya'nın ve Balkan Hıristiyanlarının
saldırılarına tek başlarına karşı koymak durumunda kaldılar; Plevne'de vs. bazı
zaferler kazanmakla beraber sonuçta yenildiler. Bu yenilgide Osmanlı Devlet
adamları ve subayları arasında çekememezlik ve sen-ben kavgası önemli bir etken
olmuştur.
Ruslar İstanbul önlerine kadar geldiler, Kars, Ardahan, Batum'u da aldılar.
Savaşın acıları, felâketleri, siyaset, eğitim ve öteki alanlardaki gelişmeleri durdurdu.
Abdülhamit özellikle savaş bahanesiyle Parlâmentoyu süresiz kapatarak,
Meşrutiyete son verdi (13 Şubat 1878).1
I. Meşrutiyet çok kısa ömürlü (1 yıldan az fazla) olduğu için bu dönemde örgün
ve yaygın eğitimden ayrıntılı olarak söz edilmeyip, eğitim özelliklerinden sonra bir
tek konu ele alınacaktır.
Türkiyeye kargı dalma İyi niyetler beslemiş
olan Fransız kavminin, Türkleri, içinde bulunduk
lan savaş halinden çıkmış görmek arzusunda bulun
duğuna ve Türk isteklerinin haklı ve akla yakın
olduğunu takdir ettiğine samimî surette inanıyorum.
Bundan dolayıdır kl Lozan’daki delegelerinizin takın
dıkları tavırdan derin surette hayrete düştüm. Ve
bu delegelerin memleketiniz halkoyunun gerçek ter
cümanı olduklanna inanamıyorum.
Konferansın bu kadar uzun süreli olacağını da
beklemiyordum. Konferans bir ayı aşkın zamandan
beri işe başladığı halde konuşma konusu edilen me
selelerden hiçbirini halletmedi. Beş hafta İçinde
hiçbir noktada anlaşma hasıl olmadığı cihetle bu
konferansın ne zaman sona ereceği sorulmağa değer.
Halbuki Türkiyenin İstekleri bütün dünyaca ve bil
hassa Lozan’da toplanan hükümetlerin delegelerince
tâ önceden biliniyordu. Delegelerimiz hiçbir yeni
dilekte bulunmadılar. Onların istekleri memleketi
mizin yaşaması için gerekli olan şartların ancak
asgarî sınırlarını içine almakta İdi. Benim düşünce
me göre konferanstaki delegeler bir parça iyi niyet
beslese idiler, konuşmaların uzaması için ortada hiç
bir sebep kalmazdı.
İstanbul ve Marmara Denizinin selâmeti ve taarruz
dan uzak bulundurulması üzerinde gerekli teminat
verilmek »artı ile Boğazların serbestliğini en önee ileri
süren biziz. Bugüne kadar bunu yapmadılar. Buna
benzer teminat isteğinde bulunduğumuzdan dolayı
bizi suçlayamazlar. Bugün bizi Lozan’a davet eden
kimselerin konferansın açılmasından önce İstanbulun
bize geri verileceğini vadeden insanlar olduklarını
hatıra getirince, bu vaadin bize iyi niyetle yapılmış
olmasından şüphe etmeğe başlıyoruz. Çünkü Istan
bul’un selâmet ve emniyeti için gerekli olan şartlar üzerinde bugün bizimle pazarlık yapılmak isteniliyor.
Bu husustaki düşüncelerimi söylemeyi Boğazlar meşe
leşinin halledileceğini öğreneceğim güne erteliyorum.
Musul vilâyetinin millî sınırlarımıza dahil top
raklardan olduğunu defalarca ilân ettik. Lozan’da bu
gün karşımızda yer almış olanlar bunu pekâlâ bilir
ler. Vatanımızın sınırlarını tayin ettiğimiz zaman
büyük fedakârlıklara katlandık. Menfaatlerimize ay
kırı olmakla birlikte anlaşma ruhu ile hareket ettik.
Artık milli topraklarımızdan en ufak bir parçasını
bizden koparmağa çalışmak pek haksız bir hareket
olur, Buna aslâ razı olamayız.
İngilizlerin bu gerçeği tanımakta tereddüt et
melerine şaşıyorum. »Tereddüt ediyorlar» cümlesini
kullanırken düşüncemi eksik bir surette söylemiş
oluyorum.
Diğer taraftan bu meselede Fransa ve İtalya’nın
taklbettiği pek tarafsızca hareket tarzı da hayretimi
çekmekten geri kalmıyor. Şimdiye kadar Lozan bize
şaşılacak başka manzaralar da hazırlamaktan gerf
durmadı. Kapitülâsyonların konferansta birçok top
lantılsrı işgal etmiş olması sebebini bir türlü anlı
yamıyoruz. Bu meselenin bahis ve tartışma konusu
edilmesi bile millî izzeti nefsimize yöneltilmiş bir
hakarettir. Kapitülâsyonların Türk m illet için ne
derecede nefret edilen bir şey olduklarını size tarife
muktedir değilim. Bunları diğer şekil ve adlar altın
da gizliyerek bize kabul ettirmeğe muvaffak olacak
larım tasarlayıp hayal edenler bu konuda çok alda
myorlar. Çünkü, TUrkler, kapitülâsyonların devam
edişinin kendilerini pek az bir vakitte Ölüme götüre
ceğini pek iyi anlamışlardır. Türkiye, esir olarak
mahvolmaktansa, son nefesine kadar mücadeleye
ve savaşa azmetmiştir.
Ümit ederim ki, bizimle barış yapmak istediklerini söyliyenler görüşlerinde ayak diremeden, bu
meselede Türk milletinin azim ve iradesi aleyhine
yürümek kabil olamıyacağını anladıklarım yakında
göstermekte acele edeceklerdir.
Azınlıklara gelince, bu konuda değiştirme me
selesini düşünmüştük. Diğer devletlerin delegeleri de
bu alanda bizim düşüncemizi kabul ve desteklemiş
tiler Lâkin bir fesat hıyanet ocağı bulunan, memle
kette ayrılık ve kötülük tohumları saçan, hıristiyan
hemşerilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluk
ve felâket sebebi olan Rum patrikhanesini artık
topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli
teşkilâtı memleketimizde alıkoymaya bizi mecbur et
mek için ne gibi sebepler gösterilebilir?
Türkiyenin Rum patrikhanesi için topraklan üzerin
de bir sığmak göstermeğe ne mecburiyeti var? Bu
fesat ocağının gerçek yeri Yunanistan’da değil
midir?
’Merkezi hükümetimiz bütün bu noktalar üzerin
de delegelerimize, Millî Misak hükümleri ile uygun
düşen kesin talimat vermiştir. İsmet Paşa, bu konu
larda tam yetkilere sahiptir. Ve Lozan konferansı
çalışmalarında görülen gecikmelerin hiçbirinden
hükümetimize sorumluluk yöneltilemez ve kabahat
yüklenemez.Devletlerin iyi niyetimizi anlıyarak şanlı, muzaf
fer ordumuzu savaşta tutmak kabil olamıyacağını
takdir ile makul bir süre içinde konferansa son ver
ineğe karar vereceklerini hâlâ ümit ediyoruz.
Paşa Hazretlerine «Lozan Konferansının miiza
kerelerinin sizi tamamen memnun edeceği düşüncesin
de misiniz?, diye sordum.
Aşağıdaki cevabı vererek
konuşmalara son verdileri;
Biz bu konferanstan yalnız uygun sonuçlar
bekliyoruz. Millî isteklerimizi yerine getirmiyecek
bir sonucu kabul etmiyeceğiz. Lâkin şimdilik kon
feransın böyle ters bir sonuç vereceğini farzetmek
için ortada bir belirti de yoktur. Türk milleti de
bütün dünya ile birlikte Lozan Konferansının bitme
sini sabırsızlıkla bekliyor. Konferans beklenen barı
şı getirmiyecek olursa, herhalde bundan dolayı bize
hiçbir sorumluluk yüklenemez.
Medeniyet dünyasının unutmaması gereken bir
önemli nokta daha vardır. Büyük Millet Meclisi ta
rafından idare edilen yeni Türkiye, BabIâli’nin ida
resi altındaki eski Osmanlı imparatorluğu değildir.
Yeni Türkiye şeref ve haysiyetini, kudret ve kuvveti
ni müdrik ve haklarını korumak için varlığını tehli
keye atmaya her zaman hazırdır.